Bundan tam 9 yıl önce 27 Nisan 2007’de yapılan
Cumhurbaşkanlığı seçimi, 367 krizi nedeniyle rejim sorununa dönüştü. O gece e-muhtıra
olarak tarihe geçen 27 Nisan bildirisi yayımlandı ve Türkiye çalkantılı bir
dönem yaşadı.
2007 yılında bir Başbakanlık muhabiri olarak gecem gündüzüm
dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı takip etmekle geçiyordu. İşte o
nedenle o süreçte birçok olaya tanıklık ettim. Cumhurbaşkanlığı seçimine dair tartışmalar
aylar önce başlamıştı. Genelkurmay Başkanına göre Cumhurbaşkanı olacak kişi
Cumhuriyet değerlerine ‘sözde değil özde bağlı olmalı idi. Kulislerde,
Genelkurmay Başkanının bu sözlerinin hedefinin, Başbakan Erdoğan olduğunu
konuşuluyordu.
Ana muhalefet partisine göre iktidar partisi sayısal
çoğunluğuna güvenerek istediği kişiyi Cumhurbaşkanı seçemezdi. Oylama
yapılabilmesi için TBMM Genel Kurulu’nda en az 367 milletvekilinin bulunması
gerekiyordu. Bu ise 354 üyesi olan AKP
için ‘kriz’ anlamını taşıyordu. Cumhurbaşkanı Sezer de ordu ve ana muhalefet
ile paralel hareket ediyor ve iktidarı hedef alan açıklamalar yapıyordu.
14 Nisan 2007’de Ankara Tandoğan’da Atatürkçü Düşünce
Derneği (ADD) ile bazı STK’ların organize ettiği mitinge, yüz binlerce kişi
katıldı. Sokaklar hareketli idi… Seçime doğru yaklaşırken o dönemki vesayet
düzenini oluşturan ‘sivil-asker bürokratik elit’, olanca açıklığıyla sahneye çıkmıştı. Yargı, asker, üniversiteler siyasetin
içindeydi.
O günlerde AKP içinde ibreler, hem Meclis’teki hem de
sokaktaki muhalefetin ‘seçtirmeyiz’ tavrına rağmen Başbakan Erdoğan’dan
yanaydı. Ancak Erdoğan gelen tepkilerden olsa gerek 24 Nisan 2007 Salı günü, kendisi
aday olmak yerine Abdullah Gül’ü aday gösterdi.
AKP kurmayları muhalefetin 367 tezine katılmasalar bile
tartışmaları bitirmenin en kolay yolunun, toplantı günü 367’yi sağlamaktan
geçtiğini anlamışlardı bunun için çaba gösterdiler ama olmadı. Seçim günü Erkan
Mumcu’nun Anavatan Partisi ve Mehmet Ağar’ın DYP’si askerden korkup oylamaya
katılmayınca CHP seçimin iptali için Anayasa Mahkemesine başvurdu.
Genelkurmay Başkanlığı, o gece resmi internet sitesinde bir
bildiri yayımlayarak cumhurbaşkanlığı seçimine müdahale etti. İktidara karşı oldukça
ağır ifadeler içeren bildiri E-muhtıra olarak tarihe geçti. İktidar, bildiri
yayınlanmadan önce haberdar oldu ve bildirinin yayınlanmasını engellemeye
çalıştı ancak başarılı olamadı.
O gece ne Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ne de
Cumhurbaşkanı Sezer Başbakan Erdoğan’ın telefonlarına çıkmadı. Ankara en uzun
gecelerinden birini yaşıyordu. AKP kurmaylarından bazıları gece yarısı Gül’ün
ikametgâhı olan Dışişleri Konutu’nda toplandılar. Başbakan Erdoğan ise Gül’ün
yanına gelmek yerine gelişmeleri evinde takip etmeyi seçmişti. Dışişleri konutu
ile Erdoğan arasında birkaç kez telefon trafiği yaşandı.
Ankara iyiden iyiye ‘muhtıra’ havasına girmişti ve ne yazık
ki hiç kimse ‘kesinlikle darbe olmaz’ diyemiyordu. İktidar ne yapacağını
düşünüyordu. Haber kanallarındaki yorumlar hiç de hayra alamet değildi. Bir gün
önce kendisini bir hayli güçlü hisseden iktidar gece yarısı bildirisinin ardından
birden bire yalnızlaşmıştı.
28 Nisan Cumartesi sabahında da Ankara’ya derin bir
sessizlik ve endişe hâkimdi. Başbakan Erdoğan’ın önceden açıklanan programında,
Ankara’da yapılacak Kızılay Genel Kurulu’nda konuşması öngörülüyordu.
Erdoğan’ın katılıp katılmayacağı merak edilirken Erdoğan o toplantıya gitti
ancak gazetecilerin sorularını cevaplamaktan kaçındı.
Erdoğan konuşmasında Türkiye’nin doğal afetlerde olduğu gibi
siyasi afetlerde de ağır bedel ödediğini söyledi. Erdoğan. “Milletimiz, afet
bekleyen, felakete yol açan fırsatçılara fırsat tanımıyor ve
tanımayacak." diyerek ilk mesajını
vermişti. Ancak mesajın, Erdoğan’ın siyasi üslubu da göz önüne alındığında çok zayıf
olduğu ortadaydı.
Erdoğan, Gül ve diğer AKP kurmayları öğleden önce 11
civarında Başbakanlık konutunda bir araya geldi. Bildiriye, bir karşı bildiri
ile cevap verilmesi kararı almışlardı. Karşı bildiriyi hükümet adına Adalet
Bakanı ve hükümet sözcüsü Cemil Çiçek okurken elleri ve sesi titriyordu…
28 Nisan gününden hatırımda kalan, muhtıraya üzülen ve darbe
ihtimaline karşı endişe duyan 3-5 gazeteciden biri olduğum idi. Muhtıra
öncesinde ve bu günlerde (2016) iktidarın yanında gibi gözüken gazetecilerin o
gün sevinçten bir çığlık atmadıklarını görmüştüm.
Bir gün sonra CHP lideri Baykal ‘Mahkeme 367 gereksizdir
derse çatışma çıkar’ beyanatıyla yangına körükle gitti. Yüksek mahkeme CHP’nin
başvurusunu 96 saat gibi kısa bir sürede 1 Mayısta karara bağlayarak Meclis’in
toplantı yeter sayısının 367 olması gerektiğine hükmetti ve seçimin ilk turunu
iptal etti. Mahkemenin kararının sivil siyasete müdahale olduğu açıktı. İktidar
mahkemenin 367 kararını ‘siyasi’ olarak değerlendirse bile kararı kabullenmek
zorunda kaldı. İktidar erken seçim kararı alarak Cumhurbaşkanlığı seçimini yeni
Parlamentoya bıraktı.
Erken seçim kararının hemen ardından Başbakan Erdoğan ile
Genelkurmay Başkanı Büyükanıt, 4 Mayıs 2007’de İstanbul Dolmabahçe’deki
Başbakanlık ofisinde sürpriz bir görüşme yaptı. ‘Dolmabahçe mutabakatı’
başlığıyla gazetelere yansıyan görüşmenin ardından ülkedeki muhtıra havası
yavaş yavaş dağıldı ve normalleşme süreci başladı. Görüşmenin içeriği hakkında
taraflar ne o gün ne de sonra hiçbir açıklama yapmadı…
367 kararı bu güne kadar çok tartışıldı. Ancak belki de bu
karar sayesinde ülke, daha ağır krizler yaşamaktan kurtuldu. Eğer mahkeme
‘367’ye gerek yoktur’ şeklinde bir karar alsaydı Cumhuriyet mitingleri için
sokaklara dökülen yüz binlerce kişiyi teskin etmek oldukça güç olacaktı. Üstelik
o yüz binlerin karşısına başka yüz binlerin dikilmeyeceğinin garantisi de yoktu.
27 Nisan bildirisini yayımlayarak
Cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’ü örtülü bir şekilde ‘düşman’ ilan eden
ordunun bu durumu kolayca kabulleneceğini düşünmek de biraz fazla iyimserlik
olacaktı. Belki de bir darbe atlatılmıştı...